İktidar ekseninde İslamcılar
Başta mevzu olan olguyu doğru tanımlayarak yola koyulmak daha sağlıklı olacaktır, zannımca... Tanımımız, metodolojimiz, hedef ve usulümüz doğru olmadan yapılan veya yapılacak olan mücadelenin sağlığından, temizliğinden, sahihliğinden bahsedemeyiz...
İslamcılık; öze dönüş fikriyle bozulmuş/kirlenmiş kavramları asıllarına kavuşturma gayretinde olan, ittihad-ı İslam fikriyle dünya çapında vahdeti sağlayıp emperyalizmle mücadele içinde olup bütün zalimlere karşı mazlumun yanında olmayı ifade eder... Bu mücadele düşüncesiyle iktidarda olan her türlü istibdat rejimine karşı muhalif kimliğini muhafaza ederek ilahi kelimetullah yolunda gayret eden bireyleri tanımlar...
Günümüzde İslamcılık çok muğlak bir içeriğe sahip hale geldi, AKP iktidarı boyunca bozulmaya yüz tutan bu kavram 90'larda daha berrak, net bir tanımken şimdilerde iktidarın “açtığı alanda” niteliksiz bir şekilde hızla genişleyerek muğlaklaştı. Zahiren revaçta olan bu akım riyakarlar ve pragmatistler tarafından sahiplenip daha da bozuldu, bakıldığı vakit herkes İslamcı; adam namaz kılmıyor İslamcıyım diyor, hayatı israf içinde geçiyorken İslamcıyım diyor, aynı cümlede bile kurulamazken iktidarla kol kola gezip/yiyip/içip İslamcıyım diyebiliyor, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu..:)
Hz. Adem'den son Nebi'ye, son nebi'den şuana kadar İslam'ın siyasal kimliğinin taşıyıcılığını yapmış, evinde oturup tesbih çekmektense sokağa inip Allah'ın dinini hakim kılmaya çalışan, sağlığı/güveni/adaleti mukim kılmak için elinden geldiğince mücadele ederek bedel ödemiş mütefekkirlerin, muvahhidlerin, mücahidlerin mirasına sahip çıkamadık. Bu mücadelenin bayraktarlığını yapıp yaşadığımız modern çağın çıkmazlarından bizi aydınlığa sevk eden bütün mütefekkirlerin yanında öne çıkmış olanlardan Afgani, Abduh, Reşit Rıza, Said Halim Paşa, Seyyid Kutub, Mevdudi, Ali Şeriati ve bu yolda bedel ödemiş bütün bireylerin emeğini boşa düşürdük...
Bu saatten sonra ilk yapılması gereken; İslamcılık kimliğinden vazgeçmektense sahiplenip temizleyip tekrar canlandırmaktır. Çıkarları doğrultusunda kullanıp kirleten herkesin elinden alıp yeniden tanımlayıp eski temiz günlerine getirmek üzerimize bir vacibiyettir... Kirliğinin zirveye çıktığı son 15 yılı baz alırsak, iki kanaldan bahsedebiliriz; Türkiye çapında iktidar tecrübesin de sınıfta kalmış ve etken olmaktansa edilgen konumda kalan İslamcıların AKP'nin yürüttüğü politikalarla muhafazakar, demokrat, liberal, kapital bireyler haline bürünmeleriyle çıkan tabloda, bu bireyler taşıdıkları kimlikleri de kirletmişlerdir. Burada suç AKP'nin değil tabiki bunu bile isteye yapmamıştır, doğan sonucun birincil ve en etkin müsebbibidir sadece. İkinci olarak ta, Dünya çapında Müslümanları/İslamcılığı/İslami mücadeleyi kirleten modern haricilerin vahşilikleri var. Bu yazı dâhilinde tekfirci akımların yaptıkları yanlışlara fazla girmeden bazı kavramsal ve ahlaki unsurlara değinmeye çalışacağım…
Gelinen bu noktaya kadar yapılan ana yanlış temsiliyet meselesidir. Ne AKP ne de el-kaide başta olmak üzere küresel cihad hareketleri İslam'ı da Dünya Müslümanlarına da temsil etmemektedir. İslamcı diye tanımlanan Erdoğan ve temsil ettiği kesim, peşinden sürüklenen çalışma arkadaşları tipik sağcı profilidir, İslamcı değildir… İslamcı olan rahmetli Erbakan'ın mektebinden çıkmış olabilir ama Recep Tayyip Erdoğan'ın İslamcılıkla uzaktan yakından alakası olmamıştır. Düşünsel olarak öze dönüşçü İslamcı okumalar değil geleneksel okumalar yapmış, Siyasete girdiği ilk dönemlerden İstanbul belediye başkanlığına o günden bugüne fikri anlayışı gelenekçi, muhafazakar, sağcı bir anlayıştır. 2002'de ise ABD'nin kuyruğuna takılıp liberal, laik, demokrat gömlekleri de giyerek rengarenk bir gömleği/kimliği olan bir şahsiyet olarak karşımıza çıktı. Aslında adam tutarlı, en baştan beri ben gömleğimi çıkarttım ve laik/demokrat/sosyal bir hukuk devletinin bayraktarlığını yapacağım dedi ama bizimkiler ısrarla anlamak istemedi/istemiyor. Kısaca, Erdoğan önderliğindeki AKP akımı islamı temsil etmemektedir, islamcı değil merkez sağı temsil eden bir siyasi harekettir. Başta bu yanlış temsiliyet sorununu çözmemiz gerekmektedir, sonrasında şimdiye kadar bozulmuş kavramlarımızı revizyona sokup temize çıkartabiliriz.
Aynı şekilde İslam'dan/İslamcılıktan beslenmiş olan harici veya tarihteki başka bir örneği olarak karşılaştığımız vahabi bir anlayışın yansımaları olan günümüz tekfirci akım İslamı/İslamcılığı/İslami mücadeleyi temsil etmemektedir… Dünya çapındaki fiiliyatlarıyla İslam'ın adını lekelemekten başka bir sonuç almayan bu anlayıştaki kişiliklerin dilinde tekbir sesleri olsa da, elinde tevhid bayrağı olsa da, fiilen namaz kılsa da İslamı zerre kadar temsil etmemektedirler. Müslümanlar olarak, İslamcılık kavramını onlara bırakmamamız gerekmektedir… İslam'ın bayraktarlığını, temsiliyetini, öncülüğünü azda olsa sahih bir zümre üstlenip usulünce taşımalıdır ki, İslam'ın hayat bulup hakim olma ihtimali her daim baki kalsın... Bu akımların yanlış temsiliyetleri yüzünden İnkilabı gerçekleştirip Dünya'ya İslamı hakim kılma olasılığımız; var oldukları her an, yaptıkları her fiil, sarf ettikleri her sözle daha da ötelenmektedir... Her konuda geçerli olan "soyut tehditler somut tehditlerden daha tehlikeli ve yaralayıcıdır" kaidesini dikkate almak gerekirse; AKP'nin varlığı ise, söylem ve fiilleriyle farkına varmadan soyut bir kirliğine maruz kalmamız, kimliğimizi somut bir şekilde kirleten tekfirci akımın varlığından daha da tehlikelidir...
En mühimi ise İslamcılık kavramıyla iktidarın yan yana bile telaffuz edilemeyeceği gerçeği... İslamcı her daim muhalefeti temsil etmiştir edecektir... İktidarı hedefliyor olması ve buna dair strateji geliştiriyor olmasıyla bu fikriyat arasında bir çelişki yoktur, tam tersine birbirine içkin bir yapı mevcuttur. Hakiki İslami muhalefet (hakiki islami muhalefet diye bir tanımlamada bulunuyorum çünkü “islami muhalefet” diye dillendirilen şeyde o şey değil artık) adil sistemi kurana kadar elinden geleni yapar, topluma öncülük eder, kurulması için zemin hazırlar, toplumu yönlendirir ve kurulduğu vakitte yine muhalefetteki yerine geçip oluşturulan bu yapıyı, yapıcı muhalefetle her daim zinde tutmaya çalışır, açıklarını ve yanlışlıklarını tespit edip uyarır, yeri geldiğinde de dışarıdan müdahale edip baskı uygular... Ama hiçbir vakit iktidara entegre olmaz, olamaz…
Müslüman iktidarı hedeflemez, oluşturulması murad edilen muktedir sistemin makul bir şekilde işlemesini amaçlar ve sağlar... Misal; yarın yoldaşlık ettiğim, İslamı hakim kılmak için elimizden geldiğince gayret göstererek aynı yolda yürüdüğümüz hemen yanımdaki bir arkadaşım iktidarın başında olsa ben yine muhalefette kalırım ve adil bir şekilde sistemin yürütülüp yürütülmediğini dışarıdan gözlemleyip uyarı mekanizmasını canlı tutmaya çalışırım...
Aslında muhalefet iktidarın zıddı değildir, birbirini tamamlayan unsurlardır... Muhalefet iktidarı kuvvetlendiren bir etkendir; açıklarını tespit edip gideren, yanlışlarını doğrultan, açıklarını kapatan bir etkendir... Günümüzde hatta geçmişten beri körü körüne muhalefet etme kültürü gelişmiş olduğundan bu şekilde anlaşılmıyor tabiii..:) bir müminde bu muhalefet duyarlılığı ve anlayışıyla gerçekten İslami bir iktidar olsa bile muhalefette kalmalıdır... Kalmasının gerekliliği sırf bu açık kapatma işlevi değildir, iktidarla aynı kulvarda at koşturmamasının, aynı masada oturmamasının en mühim gerekçesi temiz kalması içindir... Burada insanoğlu faktörünü bilhassa göz önünde bulundurmalıyız ki şahsen ben babama bile güvenmem bu manada, bu iki kere iki dört "iktidar adamı bozar" bu nedenle öyle bir formül bulunmalıdır ki, iktidarı hedefleyip ele geçirip dışarıdan teftiş edilmelidir...
Bu kaide hakiki manada gerçekten İslami/adil/ahlaki olana en yakın bir yapı kurulsa bile gereklidir. Ama karşılaştığımız günümüz AKP gerçeği bu kriterlere sahip bile değilken geçmişte İslamcı olanların birçoğu iktidarla aynı masaya oturup yiyip için kirlendi... İslamcılıkla alakası olmayan bir yapıyla İslamcılık oyunu oynayarak İslam'ında adını lekelediler...
İktidar merkezli, iktidar tecrübesiyle gelinen bir sorunla karşı karşıyayız... Asıl sorun AKP’de değil, İslamcılardadır. Bu süreçten anlımız akıyla çıkamadık, olumlu manada değerlendiremedik, bu iktidar serüveni kötü bir tecrübe oldu hepimiz için… Olmaya da devam ediyor, gelinen ve gidilen süreci iyi okuyup konumumuzu tekrar gözden geçirmeliyiz…
Burada asıl mevzu bahis edilmesi gereken; İktidarı temsil eden (kendilerine İslamcı diyen)lere kariı, iktidarı eleştirme cesareti bile göstermeyen hatta yerine göre destekleyen İslamcı STK'lardır… Muhtelif gruplardan ziyade Türkiye İslami hareketinin başat unsurlarından biri olan Malatya ekolünün son 2-3 yıldır Anadolu platformuyla iktidara entegre olması bu sürecin en acı sonucudur. İslami bir hareketin ve sivil olan bir yapının bu şekilde iktidarla birlikte at koşturması bu kişi ve kurumların inisiyatifinde bile değildir aslında, böyle bir lüksleri bile yoktur bence… Sivil ve İslami bir oluşumun bazı hususlarda dirsek teması haricinde doğrudan iktidarla birlikte hareket etme hakkı yoktur, eğer kendi içlerinde birlikte olma kararı alındıysa sivil ve İslami kimliklerini fes ettiklerini açıklayıp, AKP’nin parti örgütüne dahil olduklarını deklere etmeleri gerekmektedir. Bu açıklamanın ardından istedikleri faaliyette bulunabilirler, aksi takdirde islami hareketin adını kirletmiş olurlar ki, böyle bir hakları yoktur… Bu kaide her grup için geçerlidir…
“Son on yıllık sosyal ve siyasal hükümranlığı sırasında şu aşikar oldu ki, Türkiye İslamcılığının “doğru ya da yanlış” kendi içerisinde tutarlı hiçbir ilkesi yoktur. Bölgesel ve küresel gelişmelere karşı ilke ve ahlak prensipleri çerçevesinde şekillenmiş bir duruş ve siyaset sergileyemedi. Acıktığında helvadan yaptığı putunu yiyen Cahiliye Arapları gibi çiğnenmedik kutsal ve vazgeçilmedik ilke bırakılmadı.” Esen her rüzgara kapılıp, Küresel ve bölgesel aktörlerin yönlendirmeleriyle bilinmeze doğru yol kat etmektedir. Amaç ve hedeflerinden bigâne, etken değil edilgen bir şekilde anlık bir hayat sürmekteyiz…
Müslümanlar İslami argümanlarla değil seküler argümanlarla fikriyatlarını şekillendiriyorlar. İslami metodoloji ve önceliklere göre hareket edilmemektedir… Bu noktadaki asli sorumlu tabiki AKP değil, yaşanılan çağda varlık gösteremeyip değer üretemeyen Müslümanlardadır. Fikri, ekonomik ve siyasal yönetim bağlamında liberal anlayışın zirveye çıktığı günümüzde, bu akıma direnemeyen Müslümanlardan ziyade çağın gereğini yapan AKP hükümetinin söylem ve faaliyetleriyle tetiklemesi, yönlendirmesi, işletmesi göz ardı edilmemelidir. Bu akımla mücadele ilk önce bu akımın dışında kalmakla/kalmaya çalışmakla başlar, tam tersi işletmenleriyle birlikte olunarak değil. Bizim AKP’ye eleştirimiz bu noktadadır, Erdoğan önderliğindeki bu zümre, bu süreci çok daha fazla hızlandırmıştır. İslami kimlikleriyle Müslümanlar arasında hayat bulmasını sağlamıştır, hayat bulmasından ziyade daha da hızlandırmış ve meşrulaşmasını sağlamıştır…
AKP kavramlarımızla oynuyor; 90’larda gündelik hayat içinde adres tarifi yaparken bile banka ismini kullanmaktan imtina eden bireyle gelinen noktada bankaların içinden çıkmaz oldu, faiz kavramıyla islamı aynı cümlede kurmayan bir anlayış için artık faiz (adına kar payı demekle faizin fazilikten çıkmadığı acı gerçeğini göz önünde bulundurursak) ekonomik hayatın bir parçası ve islami olarakta meşru bir konuma geldi. Hakka aykırıda olsa çoğunluğun reyini meşru görerek batıl ve niteliksizde olsa niceliklerin hükmünü işleten Demokrasiyle savaş içinde olan bir kesim günümüzde islami teamüller yerine demokratik teamüllere iman etmiş durumdadır… Bu anlayışı işleten irade Müslümanların kendileri olsa da algılarda meşrulaştıran/makulleştiren/işleten AKP’dir. İslam’ın karşıtlıkları olan seküler ideolojilerin başında gelen liberalizm, demokrasi, milliyetçilik hatta ulusalcılık, kapitalizm, modernizm AKP öncülüğünde Müslümanların benliklerini kaplamış durumdadır… Bu acı gerçeğin farkına varıp İslami teamülleri ve Resulün örnekliğiyle İslami metodolojiyi öncelemezsek Türkiye Müslümanları için karanlık yarınlar bizleri beklemektedir…
Levent Gültekin’in tespit ve uyarısını içeren bir kesit aktarmak isterim: "12 yıldır bu ülkeyi İslamcılar yönetiyor. Üstelik sadece siyasette değil her alanda İslamcıların sözü hâkim. Aydınından, yazarına, kanaat önderinden sivil toplum kuruluşuna, cemaat liderinden işadamına… Bütün bir mahalle her alanda söz sahibi... Sonuç ne..?
Devlete sırtını dayayan, onun kudretinden çıkar sağlayan bir ideolojinin mensubu olmaktan utanmayacak mıyız? İdeolojimizi devletin gücüyle yaygınlaştırmayı, nasıl gururumuza yedireceğiz? Hepimiz ideolojileri önce bireyin, sonra toplumun, nihayetinde de ülkenin huzuru için bir araç olarak benimseriz. Yani ideolojiler ve inançlar bir amaç değil barış, dostluk ve huzur için araçtır. Fakat bir tarafta bizim ideolojik niyetlerimiz var, diğer tarafta ise olup bitenler. Genel olarak ideolojinin teorisiyle pratiği tutmuyor. Bunu ne solcular başarabildi ne Kemalistler. Ne ülkücüler başarabildi, ne de sağcılar. Çünkü güçle buluşan ideoloji, kitapta yazdığı gibi durmuyor.
Mesela İslamcılık; eşitlik, özgürlük, adalet mücadelesiydi. Toplumda oluşmuş imtiyazlı sınıfa karşı, yoksulluktan kurtulma ve haysiyet mücadelesiydi. Diğer taraftan bir kültür mücadelesiydi. Sadece batıdan gelenleri değil, kendi değerlerimizi de ön plana çıkaracak bir hamlenin adıydı. Elimizdeki ekmeği paylaşmaktı. Açgözlülüğe, şatafata, hırsa karşı verilen bir erdem mücadelesiydi. Baskıya, ötekileştirmeye, insanları devlet eliyle tek tipleştirmeye direnmenin adıydı. İslamcılık ticarette, siyasette ahlaklı ve kanaatkar olma iddiasıydı. Adam kayırmaya, biz- onlar ayrımına son vermenin adıydı. Güler yüzlü, nazik, zarif, merhametli ve stil sahibi olmaktı. İslamcılık hareketi böyle iddialarda bulunuyordu. Bu iddialarını hayata geçirmek için mücadele veriyordu. Hepimiz bunlar için İslamcı olmuştuk… Bir mahalle bütünüyle değişti, başkalaştı. Bunun nedenlerini sorgulamayacak mıyız? Hayrettin Karaman’ın dediği gibi “İslamcılık toplumu devlet eliyle dindarlaştırmanın” adı oldu. İdeolojimizi devletin gücüyle yaygınlaştırmayı, nasıl gururumuza yedireceğiz?"
Cennete gitmek için İslamcı olduk. Şimdi İslamcılığı korumak için haksızlık yapıp insanların hayatını cehenneme çeviriyoruz. Başkalarının hayatını cehenneme çevirerek cennete gideceğinizi sanıyorsunuz. Böyle bir şey olur mu?” Gültekin abinin söylediklerine katılmakta birlikte mühim bir şerh koymak istiyorum: AKP’nin islamcılık kimliğini kullanarak kirletmesiyle “islamcılıktan” feragat etmememiz gerektiğini düşünmekteyim. Tam tersine daha da sahiplenip temize çıkartmalıyız ki, iktidarın elinde ve yanında kirlenip yok olmasın… Levent abimiz gibi İslamcılığa küsen abi ve kardeşlerimize de çağrıda bulunarak birlik olup davaya sahip çıkmaya davet ediyorum…
İhsan Eliaçık abininde “Zamanın ruhu değişti” başlığıyla kaleme aldığı yazısından alıntı yaparak devam edelim: “1988’de İran’da Ayetullah Munteziri Ev hapishanesinde olup bitenler için Ayetullah Humeyni’ye “Senin adamlarının zulmü Şah’ın zulmünü geçti, hani Ali’nin adalet devletini kuracaktık” dediğinden bu yana… 2008’de Türkiye’de devletin tepesine bu kökten gelen birisinin “Cumhurbaşkanı” olmasından beri… 2009’da seçimlerde “Cipli türbanlı, durakta bekleyen türbanlı” tartışması başladığından bu yana…
Artık Türkiye’nin geleceğinde “dine karşı din” var… Mülkle ilişkileri bozulup kariyerizmi ve konformizmi din haline getiren “yeni sınıf” ile “yalınayaklılar” bu kez dini argümanlarla karşı karşıya gelecek. Zengin dindarlar statükoyu, yoksul dindarlar muhalefeti temsil edecek. İktidarlar dinin afyon yüzü ile savunulacak, aynı iktidarlara dinin vicdan yüzü ile karşı çıkılacak. Laiklik-din, asker-sivil, sağcı-solcu çelişkileri kaybolacak, “dine karşı din” sahne alacak.
Çünkü mazlumlar zalimleşmeye, ezilenler ezmeye başladı. Çünkü muhalefetin/devrimin mantığı, devletin/iktidarın mantığına teslim oldu. Çünkü İslamcılar iktidar işini beceremedi. İktidar felsefesi ve dili üretemedi. İktidara gelince “700 yıllık eserlerle averelik etmek” dışında yapabilecekleri bir şey yoktu. Veya o gömleği tümden çıkarıp liberalizme sığınmak ve kapitalistleşmek dışında şansları yoktu…
İran’da Beheşti’nin düşündüğü toprak reformları gerçekleşemedi. En büyük tepki toprak ağlarının desteklediği mollalardan geldi. Muhalefette Ali, Ebuzer, Hüseyin söylemi, iktidarda Muaviye, Yezid fıkhı… Artık isyan, fetih, ele geçirme, devrim yapma dönemi bitti. Ele geçen ele geçti, kaleler fethedildi, devrilen devrildi. Şimdi abdestli tağutlar, tesbihli monşerler var.
Zamanın ruhu değişti. Çünkü Begoviç’in dediği gibi acılar ve ızdıraplar içinde doğan dinler ve devrimler rahat ve konfora gömülünce biter. Sahte din statüko için yalan söylemeye, devlet de zalimleşmeye başlayınca yolun sonuna varılmıştır. Geriye kalan onları gerçekleştirme çabasından başka bir şey değildir. Onların gerçekleşmesi ise aynı zamanda ölümleri demektir… Artık “Müslüman camia” diye bir şey yok. Zenginler ve yoksullar var. Muaviyeler ve Ebuzerler var. İktidar yalakaları ile adalet arayanlar var. Ruhunu kirletenler ile temiz kalanlar var. Cebini şişirenler ile açlıkla boğuşanlar var. Kariyeristler/konformistler ile idealistler var.”
Sonuç olarak; kaybettiğimiz bu serüvende yanlış gidişatın farkına varıp, sosyal/ekonomik/kültürel/siyasal alanlarda girilen iktidar ve refah sarhoşluğundan kurtulup, tarih boyunca yolumuzu aydınlatan ilahi öğretinin mantık/usul/metodolojisine uymalıyız… Uymalıyız ki; içinde bulunduğumuz bu gaflet durumundan kurtulalım, kurtulalım ki; İslam’ın adaletini hakim kılıp başta Ortadoğu’daki akan kanı durdurup sonrasında dünya çapında zulmü ve zulüm kaynaklarını kurutabilelim…
Yusuf ŞANLI