Modern Hariciler ve Müslümanlar
Başta şunu belirtmek isterim ki; Dünya'nın özelliklede Müslümanların arasında yayılmış virüs misali insanlığı derbeder eden bu örgütü tanımlarken "islam devleti" tabirini kullanmayacağım... Çünkü, zahiren olsa da aslında İslami söylem ve fiilliyatla uzaktan yakından alakası olmayan bu yapının İslam'ın adını kullanarak kirletmesine mani olunması gerektiği düşüncesindeyim... Kendisine kondurduğu isimden ziyade hak ettiği tanımla/isimle anılması daha hakkaniyetli olacağı düşüncesiyle bu yapıyı "zulüm örgütü" olarak niteleyerek devam etmek istiyorum...
Küresel düzlemde faal olan El-Kaide örgütünün tekfirci mantığının doğurduğu ortamdan sıyrılan/sivrilen/daha da ifrada kaçan, samimi ama ahmak gençlerden müteşekkil bu yapı başta ümmetin daha sonrasında dünyanın ciğerine saplamış bir virüstür… Hali hazırdaki bu tablo içinde Müslümanlar konumunu belirlemeli ve bu gayri İslami harici yapıyla mesafesini koyup başta sahih İslami mücadele için daha sonrasında insanlık için bu yapıyla özellikle fikri düzlemde mücadele edip öyle ya da böyle İslami camia içinde meşruiyet kazanmış bu modern harici yapının mantığını çürütmelidir. Bu mantık çürütülüp Müslümanların bakış açıları temizlenmeden bütün insanlık bu usulsüz, ahlaksız, dengesiz yapıyla fiili bir mücadeleye girse bile kazanamaz çünkü metodolojisi olmayan, hukuksuz, kontrolsüz bir şekilde harekete çekmiş bu insafsız oluşumun ne zaman nerede ne yapacağı öngörülememektedir. Bir hukuku, usulü, metodolojisi olsa yapacakları somut faaliyetler öngörülüp önüne geçilebilir ama ne yazık ki böyle bir durum yok, kendi kısır zihinlerinde (islami argümanları kullanarak) oturttukları mantıkla herşeyi mubah görüp akla gelmeyecek şeyler yapma potansiyelleri var. Bu selefi gençlerin İslami gayretlerindeki samimiyetten zerre kadar şüphe etmiyorum… Ama yöntemleri/ stratejileri/ yolları/ üslupları/kullandıkları dilleri yanlış, çarpık, hatalıdır… İyi niyetin yeterli olmadığı kaidesini burada aynel yakin görmekteyiz, ki yeterliliğini boşverin salt iyi niyetin zarar verdiği de ortadadır…
İslam ümmetinin gençlerinin bu hale gelmesinin nedenlerini iyi tespit edip anlamak gerekmektedir. Doğru değerlendirme ve tanımlamada bulunamazsak çözümüne dairde doğru söylem geliştiremeyiz. Mevzunun siyasi, ekonomik, sosyo-psikolojik, ahlaki unsurlarını doğru irdelemek gerekmektedir. Bu yapının zımnen destekçiliğine soyunan kesimlerin ileri sürdüğü "sonuca değil nedenlerine bakmak lazım" söylemi doğrudur ama bu mantık etkenlerden sadece bir tanesidir, salt bu mantıkla bu zulüm örgütünü meşrulaştırmak tarihe geçecek en büyük yanlışlardan biridir.
Her karşılaşılan olgu ve olayı doğru anlamalı ve tanımlamalıyız, neşet ettiği kaynağı doğru anlayamazsak makuliyet yolunda yol kat edemeyiz. Zulüm örgütü gibi uç noktalara gençlerimiz nasıl ve neden kaydı sorusunun cevabını camia olarak net vermeliyiz, onları anlamalı ve bu yanlıştan döndürmeliyiz. İslam dünyası olarak yıllardır bir şey üretemememin doğurduğu sonuç budur; devlet olamamanın verdiği eziklik, caydırıcı bir silahlı güçten yoksun olmamız, sivil arenada vahdeti sağlayamamanın verdiği ortamda STK'larımız da okuma programlarıyla, ders halkaları oluşturmakla, çizilen sınırlar dahilinde eylemlilik içinde bulunup bağırıp çağırıp kendi kendini tatmin etmekten başka bir şeyde veremedi gençlere... Bu nedenden dolayı sivrilen radikal unsurlar ümmetin gençlerine cazip geldi, ölmek/öldürmek insan doğasında olan kuvvetli bir dürtüdür. Mazlumun yanında İslami argümanlarla başlatılan bu hareket cazibe merkezi olmayacakta Ankara’daki/İstanbul’daki/Bağdat’taki/Kahire’deki tatmin merkezlerinde mi gençleri muhafaza edecektiniz ey ümmetin büyükleri... Ama bu fani dünyadaki her cazibiyet gibi bu cazibiyette çok büyük sakıncalar doğurmaktadır...
İslami literatürü kullanıp Allahu Ekber nidalarıyla çığıran, ellerinde tevhid bayraklarıyla dolaşan herkesi her hareketi İslami olarak niteleyecek değiliz sanırım... Bir kişinin, olgunun, fikriyatın, hareketin islami olup olmamasının delillerini bilen bilir... İslam temel manada Dünya'da zulümatın karşısında durup, usulünce giderip adaleti hakim kılmak için tebliğ edilmiş bir rehberdir... Müslümanlar ilk başta Allahu ekber nidalarıyla yapılan zulmün önüne geçip gidermekle mükelleftir diye düşünmekteyim çünkü bu kesimler ait olduğumuz cevheri kirletmektedir... Bu zulüm örgütüyle mücadele islami bir vacibiyet, farziyet ve yükümlülüktür…
Bu Modern Harici akım geçmişte olduğu gibi günümüzde de zahiren İslamı gayet iyi yaşamakta, ibadetlerini hiç aksatmadan yerine getirmekte hatta her türlü sünneti sonuna kadar icra etmekteler, siyah sancaklarıyla islamı da temsil ettiklerini zannetmektedirler. Geçmişte olduğu gibi cımbızla çekilen ayetlerin zahiriyle amel edip, İslam fıkhından ve uydurma hadislerden beslenmektedirler. Bu ideoloji tam olarak asrısaadet dönemindeki haricilik mantığına tekabül etmektedir... İlk başlarda Muaviye'nin karşısındaki Ali'nin ordusu içinde konumlanan bu tekfirciler daha sonraları ifrada kaçıp Aliyle amansız bir savaşa tutuşmuşlardır. Hz. Ali’nin söylemiyle "müslüman ama ahmak bir gruh" olarak nitelediği haricileri “Hak sözle bâtıl kast olunuyor” diyerekte bizleri uyarmıştır...
Bu güruh, Kuran’ı mızraklara geçirmiş din tacirlerinin ta kendileridir… Kuran’ı nefisleri doğrultusunda kullanarak kirletmektedirler… İslam’ı algılama ve amellerinin İslam’la alakası yoktur, hele hele mücadele yöntemlerinin hiç alakası yoktur. "Şayet Allah Rasulü (s) kendisine düşmanlık edenleri boğazlamak için gönderilmiş olsaydı, yaptığı onca savaş ve çıktığı seferlerde öldürülen düşmanların sayısı yaklaşık 250 kişiyle sınırlı kalmaz, ele geçirdiği yaralıları ve esirleri boğazlar, Mekke’yi fethettiğinde ve Arap yarımadasına hâkim olduğunda ise kan gövdeyi götürürdü." Aklıselim her ferdin rahatlıkla anlayacağı bu gerçeklikle bu zulüm örgütünün yaptıkları arasında uçurumlar vardır...
Irak'ta sunni/milli devrim olduğunu zanneden kardeşlerimizin yanıldığı nokta, ayaklananların % 90'ının SAHVE grubu olduğu gerçeğini görmezden gelmelerinden kaynaklanmaktadır. Zulüm örgütünün Musul şehrini nasıl ele geçirdiğini herkes bilmektedir. ABD işgalcilerine bir kurşun bile sıkmamış olan bu işbirlikçi yapıların çıkar savaşımı içinde bu örgütle birlikte hareket etmesinin nedenlerini herkesin iyi irdelemesi gerekmektedir. Başta Rebia kabilesi gibi bünyesinde 40'tan fazla aşiret bulunduran ve direniş zamanında ABD'ye kök söktüren sunni yapılar bile şu an Irak'ta ayaklandırılan bu grupların batının vekalet savaşını verdiğinin farkındalar. Sünni kesime pompalanan devrim havası tamamen illüzyondur. Eski Baas yöneticileri, milliyetçi akımlar ve aşiretlerle sağlanan bir zaferin İslam’ın zaferiymiş gibi lanse edilmesi ve daha da acısı böyle anlaşılıp kabul edilmesi kadar bir gaflet yoktur sanırım...
Manidar olan bir durumda şu ki; Müslümanlar ve mazlumlara zulmetmek haricinde bir fiiliyat ve varlıkları yok, çoğu eylemleri mazlumlara karşı. Bölgede çatışmaya bahane edilen Esad yönetimiyle ve büyük şeytan Amerika’ya karşı bir savaş yürüttükleri söylenemez. Fıkhi olarak mürted öncelemeleriyle (kafalarına göre tekfir ettikleri) Müslümanları ve bölge halklarını katletmekten başka bir icraatları görülmemektedir. Zulüm örgütünün veya el-kaidenin eylemlerine eleştiri getirip söz söyleyince, asıl mevzu atlanıp karşı tarafın konumu sorgulanıyor ve yaptıkları makulleştiriliyor ama kimse her ne olursa olsun ortaya konan mücadelenin ve eylemin ahlakiliği ve yöntemini tartışmıyor...
Altını çizmemiz gereken bir husus daha var ki; Bu gibi yapılar ödlekçe savaşmaktadır; bakıldığı vakit fiiliyatlarının büyük bölümü bombalama eylemlerinden müteşekkildir. Hedef gözetmeksizin camilerde, pazar yerlerinde, miting alanları gibi topluluğun orta yerinde canlı bomba eylemleriyle adice bir savaş yürütmekteler. Onurlu ve şerefli bir mücadele verilecekse delikanlı gibi düşmanın gördüğün kişinin karşısına geçersin ve erkek gibi çarpışırsın. Bombayı koyup çoluk çocuk orta yerde patlatmakla savaş kazanılmaz…
Tekfirci akımları besleyen ve sunni taban nezdinde meşru görülüp desteklenen en büyük dinamik dünya çapındaki Şii blok ve faaliyetleridir. Kendi vahşiliklerini bu karşıtlık üzerinden meşrulaştırıp yürütmektedirler.
Yanlış tespitlerin en başında gelen söylem "bu yapının, şii siyasetinin karşılığında sunni dinamiklerle geliştiği" söylemidir... Lanse edildiği gibi ne Suriye'deki Esad rejimi ne de Irak'taki Maliki hükümeti şii dinamiklerle refleks geliştirmemektedir. Tabiki bu kişilerin mezhebi aidiyetleri şia'dır ama bu iki şahsiyetsizde kendi iktidarlarının devamını sağlamak üzerinden bir siyaset gütmektedir (Bu noktanın inceliklerini isteyenlere açıklayıp aktarabilirim). Bu çatışmayı mezhep savaşı olarak tanımlamak yanlıştır, bu çatışma iktidar mücadelesidir... Olayı doğru tanımlamazsak çözüm üretemeyiz, aksine bulunduğumuz üzere kaos içinde debelenip dururuz... Ortada 2003 tarihinden beri zirveye çıkmış, ABD'nin kukla yönetimlerinin batı desteğiyle bölge halklarına uyguladığı bir zulüm var, ne zulme maruz kalan bölge halklarını şia-sunni diye ayırmaya gerek var, nede zulmün maşası olan yönetimleri şia-sunni diye ayırmaya... Ne Esad zalimi şiadır ne Saddam zalimi sunnidir, ne Maliki zalimi şiadır nede Sisi sunnidir, hepside kendi iktidarlarını muhafaza etmek için bölge halklarına zulmeden zalimlerdir...
Yemen’deki son gelişmeler de irdelendiği vakit görülecektir ki; çok kirli, hayasız ve hakkaniyetsiz bir savaş yürütmektedir, Dünya’nın efendileri ve avanesi… Amerikan’nın peşinden her çukura sürüklenen Erdoğan’ın Suud ve katar gibi sunnici açıklaması tarihe kara bir leke olarak yazıldı. Recep Tayyip Erdoğan’ın geldiği nokta anlaşılır ama Yemen’in şehirlerine bomba yağarken içten içe oh olsun diyen Müslümanları anlamak mümkün değildir… Suriye diktatörüne karşı ayaklanan ahali özgürlük savaşçıları, Yemen’de diktatör hükümeti devirenler şii teröristler öyle mi? Hem de halktan meşruiyet alarak (hiç denecek kadar) kan akıtmadan çok kısa sürede iktidarı devirip asayişi sağlayan ve 3 aylık iktidarı süresince zulüm örgütü gibilerinin intihar saldırıları haricinde pek ölümün olmadığı bir yapı terörist oluyor yani… Allah’tan korkun ey Müslümanlar… Günümüz dünyasında hakla batılı ayırt etmenin çok kolay bir yolu var, Amerika/İsrail/Suud’un başını çektiği mazlum ve müslümanların baş düşmanlarının düşmanlık ettiği her yapı malzumların hayrınadır/destekledikleri her yapı ise mazlumların zararınadır… 3 ayda iktidarı devirip 3 aydırda meşru bir şekilde ülkeyi düze çıkartmaya çalışanları alt etmek için kurulan şer koalisyonunu destekleyen ahalinin ahir zaman nasıl hesap vereceği düşünülmelidir… Elhamdulillah mezhepçilik yapanlardan beriyiz, bizim için Suriye’deki iktidarda Yemen’deki eski iktidarda diktatördü, Suriye ve Yemen’de adalet isteyenlerde özgürlük arzusuyla harekete geçen kitlelerdir. Mezhepçi bakış açılarını bırakıp hakkaniyetli bir anlayışla mazlumun yanında olmayanların vay haline…
Hadi Irak ve Suriye'deki sunni selefi akımın tepkisi şii bloğunun yaptığı mezhebi siyasetlerin bir sonucudur diyelim... Ya Somali, Nijerya, Moritanya, Mali gibi Afrika ülkelerinde yapılanlar ne oluyor, buralardaki tekfirci akımın estirdiği zulmü nasıl açıklayacağız, buraların yönetimleri de Şii'miydi de Sünni devrime kalkıştınız... Tekfirci selefi akım için Şia mezhebi ve İran sadece bir bahanedir, kendi zalimliklerini ve vahşiliklerini meşrulaştırmak için kullandıkları bir bahane... Bu mantık için nedene ihtiyaç yok, kendi kafalarına göre ilk önce tekfir eder (ki tekfir içinde her yerde her türlü gerekçeyi bulurlar) sonrada vahşiliklerini gerçekleştirirler...
Yukarıdaki ve biraz sonraki söylemlerimle Şii hareketleri savunma gibi bir gayem yok, gayem; sünni alemde şia üzerinden yapılan yanlış algıyı düzeltmektir, çünkü bu yanlış algı bizleri uçuruma sürüklemektedir. Yanlışın kaynağı, nereye gittiği, kimin üzerinden yapıldığı önemli değildir, hepimiz yanlışı giderip hakka doğru yol almakla mükellefiz... Batı'nın işini çok iyi yaparak toplum mühendisliğiyle körüklemeye çalıştığı mezhep çatışmasını tamamen bitiremesek bile bir yerde tutup zulümleri bertaraf edip bu iki kutup arasındaki mevzuları daha sonrasında usulünce bahis konusu yapmak gerektiği düşüncesindeyim...
Bu çatışma ortamına malzeme yapılan en başat unsurlardan biride Hizbullah örgütüdür. Hizbullah bence mezhepçilik yapmamaktadır. Sünni camiayla bir derdi yoktur ki, 40 yıllık söylem ve fiiliyatları ortadadır, bariz bir tutarsızlık ve absürtlük görülemez. Önyargılarla ve yanlış malumatlarla yönlendirilen çarpık algılardan sıyrılıp bir dakika düşünüldüğü takdirde geçmişinde mezhepçiliğine dair bariz bir şey olmadığı görülecektir. Hizbullah ve İran'ın derdi, tekfire kaçan selefi akımladır ki bu yapılarla bir derdinin olması kadar normal bir şey yoktur. Bence, geçtiğimiz aylarda Batı'nın (sünni arap yönetimleriyle beraber) kurduğu koalisyondan önce İslam toplumları bir koalisyon kurup bu Zulüm örgütünü bertaraf etmek için harekete geçmeliydiler...
Hizbullah’ın Suriye’de ne işi var diyenlere, sunnicilik yapan Selefilerin Suriye’de ne işi var diye sormak gerekir… Hizbullah’ı Suriye’ye çeken Lübnan sınırındaki Kusayr kasabasındaki, şia mezhebine aidiyeti olan normal bölge halkına selefi örgütlerin yaptıkları zulümdür. Öncesinde ısrarla bu kirli savaşa bulaşmamaya çalışmışlardır ama Kusayr’de olanlarla savunma hakkını edinmişlerdir. İlk vakitlerdeki bir diğer gerekçe ise; Hz. Zeyneb ve Rukiye haremlerindeki Hizbullah askerlerinin varlığıydı ki, bu gerekçede yersizdir çünkü savaş içinde geçen 4 yıldır değil 40 yıldır, kendi haremlerinin korumasını (8-10 kişilik) Hizbullah askerleri yapmaktaydı. Yani bu gerekçelerle başlatılan mezhep savaşının müsebbibi ve mezhepçilik yapanları şii ahalisi değil sunnicilik yapan selefilerdir…
Bu noktada, çözüm arayışında olan düşünürlere atfen iddia edilen mezhepçiliği aslında karşı taraf yapmaktadır. Muhalifleri eleştiren bizler İrancılık değil sizler sunnicilik yapmaktasınız… Bu çarpık algı ve yönlendirme ortamında, sunnicilik yapmayan kişi otomatikmen İrancı kategorisine giriyor ama kim ne derse desin elhamdulillah “sunnicilik” yapmayacağız ve yapmayanların sayısı daha da artacaktır inşallah…
Muhaliflere pür destek veren kardeşlerimizin, bizim eleştirel bakışlarımız karşısında yanlış tutumları ve çirkin ifadelerinin nedeni bizi doğru anlayamamalarından yada anlamak istememelerinden kaynaklanmaktadır. En baştan beri Suriye muhalefetini tam olarak benimsemeksek te bizden olduğu için daha çok eleştiriyoruz… Esad zalimini eleştirip kendimizi tatmin etmektense muhalefeti eleştirip daha kamil ve dışarıdan yönlendirilmeyerek sahih bir çizgide mücadele verilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Esad’a karşı özgürlük mücadelesi veren halklar ve sahih bir İslami mücadele vermeye çalışan Müslümanlar desteklenmeli, sonrasında Esad’la sağlıklı bir mücadeleye girişip ondan kurtulup Suriye halkı için en ideal refah ortamını kurmak adına elimizden geleni yapmaya çalışmalıyız diye düşünmekteyiz.
Söylemlerimizle Esad’ı bir nebze meşrulaştırıyor olabiliriz, ama bizler tam olarak ezilen Suriye halkının yanındayız ve onların hayrını istemekteyiz. Yaşanan acıları derinden hisseden kişi, savaşın bitmesi için elinden geleni yapar; şahsi düşünce ve isteklerinden dolayı barış girişimlerini engellemez. Belki kısa vadede Esad kazanabilir, ama makul bir çözüm Esad’dan daha çok mazlum halklara yarayacaktır. Makul bir çözümde asıl kaybeden; kaostan beslenen El-Kaide gibi selefi örgütler, Amerika ve Türkiye gibi müdahil olan ülkeler olacaktır. Ve bu tablo içerisinde, "muhtemel çözüm girişimleri Esad’ı meşrulaştırır ve süreç ne olursa olsun normalleşmemelidir" diyerek, Esad gidene kadar mevcut kaosun devam etmesini ısrarla vurgulayan İslamcı kesimlerin varlığı tarihe kara bir leke olarak yazılmıştır/yazılmaktadır. Bir diğer püf nokta ise; özellikle muhalifleri destekleyen Türkiye içerisindeki STK'lar olayı mezhep ve İran merkezli değerlendirdiği için, işin içinden çıkılamıyor yahut çıkılmasını engelliyor. Sürece temkinli yaklaşanlar ise; ne Türkiye, ne ABD, ne Esad, ne İran, ne de şahsi bir çıkar ekseninde değil, sadece ve sadece olayı insan merkezli değerlendirip kelam etmektedirler...
Suriye düzleminde değerlendirecek olursak, El kaide ve daha da radikali olan zulüm örgütü olmasa bu iş çoktan bitmişti... Bu yapıların varlığı gerçek Suriye muhalefetini terörize ederek gayri meşrulaştırdı ve Esadı meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramadı/yaramıyor... Selefiler olmasaydı şimdiye kadar çoktan silahta verilirdi, (arzu edilmese de sonuç için) BM müdahale de ederdi ki belki de Suriye halkı daha farklı ve temiz bir muhalefetle Esadı halk nezdinde gayri meşru konuma düşürüp şimdiye kadar işi bitirmiş olurdu... Ama selefilerin mevcudiyeti olayı kaosa sürüklemekten ve kan, gözyaşı, acı, ızdırap getirmekten başka hiçbir şey getirmedi/getirmiyor... El-kaide örgütünün Dünya çapında bulunduğu her nokta için bu geçerlidir...
Bu akımların başarıya ulaştığı bir noktada yok ve bu mantıkla olamazda, tek yaptığı şey bulunduğu yere kan ve gözyaşı getirmektir. Etkin oldukları son 25 yılı baz alırsak görülecektir ki bir sonuç ta alınamadı, iddialarının hiçbirini de gerçekleştiremediler. Ve en önemlisi bu mantık ve yapının devamlılığı da yoktur... Çok açık ve net bir soru; İslam tarihi boyunca, şimdiki selefilerin mantık ve yöntemleriyle kurulmuş ve istikrarlı bir güven/adalet/huzur ortamı ikame edilmiş bir İslam devleti var mıdır? İslam devleti bu söylem ve eylemler ışığında kurulmaz/kurulamaz, Peygamberin hayatında ve sonrasındaki İslam örnekliği dahilinde böyle bir yol yöntem görülmemiştir. O halde neyin İslamiliğinden, hangi İslami mücadeleden, İslami hedeflerden bahsediyoruz burada? Amacın ve söylemin İslami olması, olayı ve olanları İslamileştirmez... İslam adına dengesizce/ usulsüzce/ hukuksuzca/ stratejisizce/ bodozlama meydana çıkıp oradan oraya koşturmak mevcut zalimlikleri, gayri İslamilikleri, adaletsizlikleri, sorunları da gidermiyor; tam tersine daha çok kaos ortamı oluşturup mazlumlara/müminlere zarar veriyor. Mevcut zalimliklere, adaletsizliklere, İslam düşmanlıklarına İslami bir yöntemle karşılık verip mücadele edilmelidir…
Gözlemlerim doğrultusunda rahatlıkla söyleyebileceğim bir başka acı bir gerçek ise; genel olarak hedef olma korkusuyla özelde de tabanlarını kaybetme korkusuyla Hakkı söylemeyen cemaat önderlerinin sayısı Türkiye içindeki İslami camianın büyük bir bölümünü oluşturmaktadır… İstesekte istemesekte selefi akım, Türkiye İslami hareketi kodlarında mevcut ve özellikle gençlerin sempatisi göz ardı edilemez. Bu gerçeklik içinde cemaat önderleri (öyle yada böyle yanlış aksettirilen/doğurulan) bu şii-sunni karşıtlığı üzerinden yürütülen çirkin çatışma ortamında tabanlarının büyük bölümünü kaybetme korkusuyla bu yanlış gidişata yüksek sesle DUR diyememekte, ne şiş yansın ne kebap mantığıyla olaya yaklaşıp pragmatist bir niyetle süreci götürmeye çalışmaktadırlar. Suriye’de yürütülen metodolojinin yanlışlığını gayet iyi bilmekteler amma velakin bu gidişatın yanlış olduğunu vurgulayıp makuliyete çağrıda bulunma cesaretini göstermediler, 4 yıldan beri her yaşanan olayı geçici ve sığ yorumlarla üzerini örtüp Hakkı gizlediler. Gidişatın vahim olduğunu, bir dakikalığına da olsa durup düşünmek gerektiğini, arka planda dönen oyunlara karşı aklıselim olanları uyararak geliştirdiği makul söylemler karşısında İrancı olarak yaftalanan ve hedef gösterilip tehdit edilen düşünürler gibi çıkıp kral çıplak diyemediler. Deselerdi otomatikmen İrancı, Esadçı konumuna düşeceklerini bildiklerinden dolayı bundan kaçındılar. Bazı noktalarda yapılan bazı eylemlerin yanlışlığını dillendirmekten başka bir söylem geliştiremediler, korktular. Bizler olayları değil olguları irdeleyip karşılaştığımız mevzunun mantığını anlayıp çürütmekte mükellefiz ve bunu da yüksel sesle net ifadelerle yapmalıyız.
İkinci olarak ta; şimdi mevzu bahis olmasa da ilerleyen evrelerde doğrudan kendilerinin tekfirci kişilikler tarafından hedef olmalarından çekindiler. Ama bu virüs öyle yada böyle onları da bulacak ve yaralayacaktır, bir Müslüman bana dokunmayan yılan binyıl yaşasın mantığıyla mevzulara yaklaşmamalıdır. Aslında camianın büyük bir kısmı muhaliflere eleştirel yaklaşıp makul bir mücadelenin verilmesini söyleyen, İrancı yaftası yiyip itibarsızlaştırılıp hedef olma pahasına da olsa yüksek sesle gidişatın yanlış olduğunu vurgulayan kişiler gibi düşünüyor ama bazı kişiler gibi yukarıda sıraladığım nedenlerden hariç biraz yalnızlaşma çekincesiyle, biraz peyda olan karşıtlığı daha da körüklemeyim niyetiyle nötr kalıp cılız seslerden başka bir varlık gösteremiyorlar. Aslında yukarıda ifade ettiğim gibi makul bakışla çözüm arzusunda olanların sayısı çok daha fazla ama iktidarla aynı kulvarda koşturup açılan alan açıklığını ve medyayı da kullanarak sesi çok çıkan kesimlerin varlığı gerçeği örtüyor…
Cihadist selefi akımın en önemli teorisyenlerinden Şeyh Ebu Muhammed el-Makdisi’nin bizzat kendi ifadelerini (anlayacak olanlara) doğrudan aktarıyorum: "Hilafet, İslam devleti gibi adlandırmalar onları harekete geçiriyor, etkiliyor. Bunlara destek vermek için yola çıkıyorlar. İnsanlar bu kavramlara aç, hilafet için İslam devleti için susamışlar. Müslüman gençlik, bu akımın evlatları hilafet için susamış. Genç dünyanın sonundan yola çıkıyor, sonra yanıltılıyor ve bu şahısların yanına gidiyor. Ben bu zavallı gencin samimiyetinden şüphe duymuyorum. Sonra genç kendini bu şahıslar tarafından kardeşlerine karşı, mücahit gruplara karşı savaşa itilmiş buluyor, belaya bulaşıyor. Maalesef IŞİD’deki yönetim kadrolarını okumamız sırasında şunu görüyoruz. Yaşı genç, cahil insanlar var ve İslam’la yeni tanışmış çok az bir süre önce Baasçı olan şu sıralarda ise IŞİD’de nüfuzları bulunan kişiler var. Şimdi bana şöyle diyeceklerdir: ” Kardeşim! Allah rasulü (s.a.v.)’nün yanında da Seyfullahilmeslul (Allah’ın yalın kılıcı) olan Halid bin Velid (r.a) vardı. Halit cihatta komutandı. Hâlbuki o, bu makamlara eriştiğinde daha düne kadar Kureyş müşrikleri ile birlikte olmuş bir savaşçıydı. Halid bin Velid’in seyfullah olması ancak İslam’ının güzelleşmesi, onda sağlam yer edip Rasulallah (a.s) tarafından bu özelliğe şahitlik edilmesi sonrasında olmuştur. Dolayısıyla şöyle diyorum: Gerçekten cihadi akımı kötü ve çirkin gösterdiler. Ona çok büyük bir kötülük yaptılar. Her gün yeni bir adet, bidat çıkarıyorlar. Eskiden boğazlamayı çıkarmışlardı şimdi de yakma çıkardılar. Bu tavırların İslam’la selefilikle, cihadi selefilikle uzaktan yakından bir bağlantısı yoktur. Cihadi selefilik bunlardan beridir. Nebi a.s bizlere iki tür fecir olduğundan bahsetmiştir: Fecr-i kazib ve fecr-i sadık. İnsan fecr-i sadığı (doğru feciri, gerçek tan yeri, hakiki aydınlanma) gördüğünde artık yatsı namazını kılması kendisine helal olmaz. IŞİD’e katılanlar onun fecr-i sadık olduğunu ve onların hilafet olduğunu sandılar. Ancak gerçekten basiret gözüyle baksalardı, IŞİD’in fecr-i sadık değil fecr-i kazibin (yalancı fecirin) ta kendisi olduğunu bilirlerdi. (Fıkhi kaidede denildiği gibi) Kim bir şey için zamanı gelmeden acelecilik yaparsa ondan mahrum olmakla cezalandırılır. Biz umutsuzluğa kapılmadık hala fecr-i sadığı bekliyoruz. O ki Allah’ın izniyle muhakkak gelecektir ancak bu aşırılar/gulat gibi insanların eliyle değil Nebi( a.s)’nin hadislerini bilerek onları yücelten ve başka insanların sözlerini onun sözünün önüne geçirmeyen kişiler eliyle olacaktır." Serbest bırakıldıktan sonraki ilk ve en son tespitleri… www.incanews.com
Her şeyde olduğu gibi hariciliğinde “modern” olanı daha ahlaksız ve kötü, iletişim kanallarıyla küresel çapta yıkıcılığı geniş kitlelere ulaşmaktadır. İstisnalar hariç sırf gençlerden oluşan bu hareketin kontrolsüz ve bilinçsiz gidişatı bizleri her geçen gün hızla uçuruma sürüklemektedir…
Bu karşılaştığımız manzara “Müslümanların İslam’a açtığı bir savaştır.” Müslümanların İslam’la bu savaşını elbet İslam kazanacaktır ama bu süreçte gerçek Müslümanlar ve İslami mücadele çok ama çok zarar görmektedir/görecektir…
Yusuf ŞANLI