Suriye felaketinde gelinen son durum

25
Feb 2014
  • PDF
25 Feb 2014

Suriye felaketinde gelinen son durum

Arap baharı denilen süreç Suriye felaketine dönüşürken, gelinen bu noktada Cenevre Konferansı’nın en iyi şekilde değerlendirilmesi gerekmekteydi. Başta konferansın moderatörlüğünü yapan El-İbrahimi olmak üzere taraflar, katılımcılar, yorumlayan bütün uzmanlar ve ilgili dünya halkları dâhil herkes konferansın ölü doğduğunu, bir şey çıkmayacağını dillendirmelerine rağmen umutsuz bir yola çıkıldı. Bu kadar karamsar olunan bir ortamdan tabiî ki bir şey çıkmaz. Yapılması gereken; mazlum Suriye halkı için, ıstırap içinde çırpınan Suriyeli çocuk ve analar için, çaresizlik içinde yardım bekleyen babalar için canı gönülden arayış içinde makul bir çözüm yolu bulma gayretiyle zihnimizden, dilimizden, elimizden gelen her şeyi yapmak idi; ama olmadı, olmuyor. Son günlerdeki geçici ateşkes ihtimaline bile tahammül edemeyen Müslümanların bulunduğu bir ortamda da olması muhaldi zaten. Bu imkan son fırsattı ve bu saatten sonra Suriye'yi daha derin bir kaos beklemektedir. Ve artık Lübnan, Ürdün ve Türkiye için Irak ve Suriye örnekleri sadece iletişim kanallarında izleyip acıdıkları tablolar olmayacak, aynı örneklerin bilfiil yaşanacağı gerçeklikler olma yolunda hızla ilerleyeceklerdir...

Özellikle bizi ilgilendiren husus; İslami cenahın içindeki savaş ve kaos çığırtkanlarının fikir ve söylemlerinin toplumsal algıların şekillenişindeki etkisidir. Aslında salt bu odakların pek etkileri yok, ama iktidarla ve medyasıyla bu konuda doğru orantılı at koşturduğu için sesleri bu kadar çok çıkmakta. Son demlerde biraz da olsa akılları başlarına geliyor gibi gözükse de Haksöz ve Özgürder yöneticileri başta olmak üzere selefi mantıklı El-Kaide sempatizanlarını ve iktidarın peşinden sürüklenen geniş halk kitlesini bu bağlamda değerlendirebiliriz. Bu kesimlerin salt duygusal yaklaşımlarından dolayı süreç çıkmaza giriyor, batı odaklı kesimlerin çözüm arayışı gayretleriyle şekillenen Cenevre Konferansı’nın temel taşı olan geçiş hükümetine bile (Esad’ı da içerdiği için) hiç tereddüt etmeden doğrudan karşı çıktılar/çıkmaktalar. Adı üstünde geçiş hükümeti yani eskiden yeniye doğru evrilen bir süreç, eskiden de katılımlar olacak tabiî ki. Hatta (Esad zaman kazanacak diye) ateşkesi bile arzu etmemekteler. Bu kafanın kıt fikir ve söylemlerinden dolayı çözümsüzlük içinde kanı ve gözyaşı akan bizler değil, bölgedeki çoluk çocuk oluyor. Savaş çığırtkanlarının inadına huzur ve güven ortamını arzulayan yürek ve akıl sahibi bireyler bilmektedir ki, bütün bu olanlarla doğru orantılı olarak ateşkes ve selamet de kolay gelmeyecek, biraz zaman alacak. Belki kısa vadede Esad köpeği için daha iyi gibi gözükebilir ama orta ve uzun vadede Suriye mazlumlarının hayrına bir süreç olacaktır, Allah'ın izniyle...

Suriye'de kimse haklı ama ölü olmak istemiyor... Haklı/haksız arayışından ziyade bu kaos ortamından çıkış yolu aranmalıdır. Yaşanan bunca acının ardından kazanan Esad olacaksa bile her ne olursa olsun bu çirkin süreç bitmelidir ki, Suriyeli bir çocuk babasının ocağında, annesinin koynunda güven ve huzur içinde bir gece geçirebilsin. Ne yapalım yani hırs, ihtiras, kin, kan davası böyle devam etsin gitsin mi? Ayrıca bu hukuksuz kaos ortamının devam etmesine vesile olan toplumsal algıları yönlendiren hükümet yetkilileri ve STK temsilcileri oturdukları yerden konuşup haklı/haksız olanları belirleyip, olması gerekeni dayatıp, çatışmayı körükleyip süreci tıkamaktalar; ama orada ölen de, evi başına yıkılan da, mülteci hayatı süren de, acı çeken de bölge halkıdır.

Savaşın bayraktarlığını yapan, hatta duyguları istismar edip sosyal arenada kendilerini meşrulaştırıp yer edinerek bu kaos ortamından nemalanan kişiler; sadece kendilerini mazlumların ve Müslümanların, ölen/acı çeken insanların savunucusu ve acılarını hisseden kişiler olarak görmekte, dertlenerek çözüm arayışı içinde makul açıklama yapan kişilere saldırarak kendilerini tatmin etmekten başka bir şey de yapmamaktadırlar.

Mevcut şartlar dâhilinde gerçekçi, yaraya gerçekten merhem olacak yollar bulmalıyız. Hayatta istenilen, arzu edilen, doğru olan, olması gerek şeyler genellikle olmuyor. Burada pür realist de olmamalıyız, ama mevcut şartları ferasetle görüp ona göre hareket etmeliyiz. Gönlümüzden geçenler olmuyor işte; acı gerçeklerle yüzleşmemiz gerekiyor artık. İlk önce doğru sorularla doğru teşhis, tespit ve tanımlama yapmalıyız; sorunu doğru tanımlayamayınca gidişat da, çözüm arayışları da yanlış yöne doğru gidiyor. Sorunu tek boyutlu görünce; olayın neşet ettiği dinamikleri göremeyip mezhep karşıtlığı üzerine inşa edince, sadece duygusal boyutuna endekslenip ezilen halkı her ne olursa olsun kurtarmalıyız denildiğinde veya bu mücadeleyi sadece İslami kazanımlar düzleminde değerlendirince yahut selefiler gibi her ne olursa olsun ben İslam devleti kuracağım diye tutturunca, temkinlilerin dillerine doladığı emperyal çıkarlara odaklanınca, meselenin kaynağı sadece ekonomik dinamiklerdir deyince ya da Esadçılar gibi yanlı malumat alıp direnen halkın tümüne terörist deyip, ona göre savunma politikası geliştirince; yani sonuç olarak her ne olursa olsun, sorunu yanlış ve tek boyutlu tanımlayınca işin içinden çıkılamamaktadır.

Çözüm için bazı gerçekleri görüp ona göre hareket ederek aynı hatalar üzerinde ısrar etmememiz gerekiyor. El-Kaide olmasa bu iş çoktan bitmişti... El-Kaide’nin varlığı ÖSO ve makul İslami hareketleri, gerçek Suriye muhalefetini terörize ederek gayri meşru bir pozisyona doğru itmekten ve Esad’ı meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramadı/yaramıyor. Selefiler olmasaydı şimdiye kadar çoktan muhalefete silah da verilirdi, BM müdahale de ederdi. Belki de ÖSO temiz bir muhalefetle Esad’ı halk nezdinde gayri meşru konuma düşürüp şimdiye kadar işini bitirmiş olurdu; ama selefilerin mevcudiyeti olayı kaosa sürüklemekten ve kan, gözyaşı, acı ve ıstırap getirmekten başka bir işe yaramıyor. El-Kaide örgütünün Dünya çapında bulunduğu her nokta için bu geçerlidir.

Baştan beri; seküler, liberal bir algıyla genel olarak özgürlük talepleri üzerine başlayan muhalefet sürecini ısrarla İslami boyutlara çekip hatta bölgede yaşayan halkın böyle bir talebi yokken dışarıdan gelip İslam devleti kurma çabalarını makul ve İslami gibi göstermek gayri ahlakidir. Bölge halkının çoğunluğunun İslam devleti istediği yok ve Suriye ayaklanmasının başlangıç dinamikleri de İslami değil, herkesin içinde olduğu ve salt özgürlük talebi üzerine kurulu bir ayaklanmadır. Bu gerçekleri görmeyip/görmek istemeyip süreci zoraki İslami mücadele gibi gösterip kendi düşüncelerimizi ve tepkilerimizi meşrulaştırmamız süreci tıkamaktadır. İhvan bu süreçte çok sonra muhalefete dâhil olmuş, bazı girişimlerden hariç hiçbir varlık gösterememiştir ve hali hazırda pek etkin de değildir. El-Kaide ise bölgeye tamamen sonradan ve dışarıdan dâhil olarak tabiri caizse millete İslam’ı dayatarak süreci tıkamaktan başka hiçbir işe yaramamıştır/yaramamaktadır. Yani kendi arzu ettiğimiz İslami amaçlar için olaya İslami mücadele havası vererek sürece katkıdan çok zarar veriyoruz.

Pür muhalif destekçileri tarafından yapılan yanlışlardan biri de, görmek istedikleri gibi "muhalifler ilerliyor, şu bölgeyi aldı, üstünlüğü elde etti" gibi söylemler geliştirilmesidir. Keşke öyle olsa ve Esad devrilip gitse, ama olmuyor işte… Olmayan bir şeye oluyormuş ya da olmuş gibi muamele edince iş çığırından çıkıyor. Kendimizi kandırarak bir yere varamayız. Misal; Erdoğan ve Davutoğlu'nun konuşmaktan başka fiili destek vermeyerek sadece muhalifleri gaza getirip alana sürerek daha sonra ortada bırakmaları gibi hamleler gerçekçilikten uzaktır. Amaç sonuç almaksa, kendimizi kandırarak bir yere varamayız.

Türkiye'deki muhalif Müslümanların anlamadığı bir nokta ise; söylemlerimizle Esad’ı bir nebze meşrulaştırıyor olabiliriz, ama bizler tam olarak ezilen Suriye halkının yanındayız ve onların hayrını istemekteyiz. Yaşanan acıları derinden hisseden kişi, savaşın bitmesi için elinden geleni yapar; şahsi düşünce ve isteklerinden dolayı barış girişimlerini engellemez. Belki kısa vadede Esad kazanabilir, ama makul bir çözüm Esad’dan daha çok halklara yarayacaktır. Makul bir çözümde asıl kaybeden; kaostan beslenen El-Kaide gibi selefi örgütler, Amerika ve Türkiye gibi müdahil olan ülkeler olacaktır. Ve bu tablo içerisinde, "muhtemel çözüm girişimleri Esad’ı meşrulaştırır ve süreç ne olursa olsun normalleşmemelidir" diyerek, Esad gidene kadar mevcut kaosun devam etmesini ısrarla vurgulayan İslamcı kesimlerin varlığı tarihe kara bir leke olarak yazılmıştır/yazılmaktadır.

Bir diğer püf nokta ise; özellikle muhalifleri destekleyen Türkiye içerisindeki STK'lar olayı mezhep ve İran merkezli değerlendirdiği için, işin içinden çıkılamıyor yahut çıkılması engelliyor. Sürece temkinli yaklaşanlar ise; ne Türkiye, ne A.B.D., ne Esad, ne İran, ne de şahsi bir çıkar ekseninde değil, sadece ve sadece olayı insan merkezli değerlendirip kelam etmektedirler...

Allaha şükürler olsun ki; 3 yıldır vurgulanmaya çalışılan gerçek yavaş yavaş anlaşılmaya başlandı ve herkes El-Kaide olgusunun ve bunların sahip olduğu mantığın olumsuz yansımalarını görmekte… İslam dünyasına da, İslami mücadeleye de, Suriye mücadelesine de en büyük zararı veren bu tekfirci selefi akımların gerçek yüzünü herkes görmeye başladı. Irak ve Suriye'de İslam’ı temsil ettiklerini iddia ederek, kafalarına göre İslam devleti kurup kaos ortamını derinleştiren bu zihniyeti bertaraf etmek her Müslüman’a farzdır. Esad’a karşı özgürlük mücadelesi veren halklar ve sahih bir İslami mücadele vermeye çalışan Müslümanlar desteklenmeli, aynı zamanda IŞİD gibi tekfirci akımların yalnızlaştırılıp Suriye'den uzaklaştırılmaları gerekmektedir. Sonrasında da Esad’la sağlıklı bir mücadeleye girişme ve ondan kurtulup Suriye halkı için en ideal refah ortamını kurmak adına elimizden geleni yapmak zorundayız.

Yusuf ŞANLI

 

 

 

 

 

You are here Home