Suriye?de gelinen son durum ve öneriler

28
Jan 2013
  • PDF
28 Jan 2013

 

Suriye?de gelinen son durum ve öneriler /Yusuf ŞANLI

Başlangıç olarak asıl meselenin Esad değil de; doğan kaos ortamı, mezhebi kutuplaşma ve dengesiz/tutarsız/stratejisiz/karambole çatışma ortamı ve sonuç olarak da arada kalan mazlum halk olduğunu tespit edip vurgulamalıyız. Bunun nedenini ve kazananını/kaybedenini bulup tespit etmeden çözüme dair sarf edilen her kelime anlamsızdır?

 

Şunu da belirtmeliyim ki; Ben (ve benim gibi düşünenler) taraf değilim, kendimi hiçbir vakit bu muğlak savaşta tamamen bir uca çekip bir taraf dahilinde tanımlamadım. Esad?ın tamamen def edilmesi taraftarıyız ama zamanı/yeri/yöntemi ayrı tartışma konusudur, muhaliflerle ve pür destekçileriyle ayrıştığımız nokta burasıdır. Söylemlerimle sürekli muhalifleri eleştiriyorum, çünkü onları kendime daha yakın görüyorum ve biz/ben ilk önce kendime çeki düzen verip yanlışlarımı gidermezsem düşmanımla harbi olarak karşılaşamam. Ben ve benim gibiler (her ne kadar kendini hakiki/duyarlı/düşünceli Müslümanlar olarak nitelendirenler baştan beri bunu anlamasa da, anlamamakta ısrarda etse) muhaliflere yakınız ve cepheyi/süreci/işleyişi/yöntemi/muhtemel sonuçları ve sonrasını ıslah etmeye, düzeltmeye, eksiklikleri/hataları/yanlışlıkları gidererek adil/makul/stratejik/doğru yola ve sonuca ulaşmak için konuşup duruyoruz? Zalim zalimliğini yapıyor, biz Müslümanlar ise her yolu mubah görmeyerek, zulmetmeden, adil, özgür ve özgün bir mücadele yürütmeliyiz ama cereyan eden mücadele ne adil ne makul ne stratejik ne özgür ne de özgündür? Temkin/eleştiri/araştırma bir yapıyı her daim geliştirir ve kamiliyete doğru sürükler; bizim muhalefeti eleştirmemiz, temkinle gözlemlememiz, her dediklerini her yaptıklarını doğrudan kabul etmememiz, acizane tavsiyelerde bulunmamız Esadla mücadelelerini güçlendirmek, kâmilleştirmek, temiz tutmak ve tamamlamaları içindir?

 

Biz her şeyde olduğu gibi bu konuda da ehem-mühim silsilesine ve usul kaidelerine riayet etmemekteyiz. Doğru hamleyle doğru çözüm için ilk önce doğru düşünme, anlama ve tespit yolu izlenmelidir. Bunları da ancak doğru soruları sorarak yapmak mümkündür.

Amaç tam olarak ne; Muhalifler dikta rejimini yıkıp Suriye?yi özgürleştirmek, demokratik bir düzen kurmak, Türkiye modelini esas alan laik bir devlet kurmak için mi? Canını/ırzını/malını korumak için mi, yoksa saf bir İslami devlet tesis etmek için mi savaşıyor? Yoksa kurulacak olan yeni devletten makam-mevki kapmak için mi? Kuşkusuz bunların her biri için savaşan şahıslar veya gruplar vardır. Burada kişisel amaçların sahihliği veya samimiyetinden ziyade, önemli olan cereyan eden/etmiş olan olaylar ve muhtemel sonuçlarının neye/kime hizmet ettiği, kimin kazançlı çıktığıdır. Amaçlar, öyle yada böyle emperyalist odaklarla örtüşüyorsa o noktada sorgulama yapmak zorundayız?

Amaç İslami bir devlet mi kurmak? Ki kurmak ise bu yol ve yöntem İslami midir, yerinde midir? Bildiğiniz üzere 3-4 ay önce Halep?te bir İslam Devleti kuruldu. Yaa Allah aşkına İslam devleti kurmak bu kadar basit mi? Toplumu oluşturan yerel halktan bihaber, zemini olmayan, kurduk demeyle kurulacak oldu diyince olacak bir şey mi bu? Toplumsal bir karşılığı ve zemini olmadan İslam devlet yapısı dayatılamaz, muhalifler arasında İhvan haricinde (onlarda Türkiye modeli gibi karışık bir yapı öngörüyor) İslam devleti isteyen yok, muhalefete destek olmak için dışarıdan gelen selefi akımlar ise İslam devleti kurmayı amaçlıyor. Ne yapacaksınız dağdan gelip bağdakini kovup/öldürüp/dayatıp sistem mi kuracaksınız. İslam nizamı böyle kurulmaz, ilk önce İslam?ın ne olduğunu, ne söylediğini, ne öngördüğünü, yöntemini, hukukunu, usulünü, mantığını araştırıp öğrenmemiz gerekmektedir?

Süreç evrile evrile öyle bir noktaya geldi ki; Selefiler artık ?İslam devleti? amaçlarını yerine getirmeden bölgeden ayrılmayacak. Yarın Esad?ın öldüğünü farz edelim; laik, seküler, liberal veya en iyi ihtimalle ihvan mensubu bir yönetim kurulsa bile selefiler bu demokratik yönetimi kabul etmeyecek ve kan akmaya devam edecek? Kürtlerle, aşiretlerle, seküler odaklarla, liberal ve ihvan mensuplarıyla savaşılacak. Onlarda karşı saldırıya geçecek, böyle devam edip gidecek. Olan yine bölge halkına ve Müslümanlara olacak? Buradaki tersliği, tutarsızlığı, çıkmazı, yanlışı çözmeden nihai bir sonuç alınamaz?

Müslümanlar açısından değerlendirecek olursak; Tamam, farzedelimki ortada cephenin net olduğu bir savaş var ve harekete geçilecek. Bu noktada her halükarda ve şartta (bunları karşı tarafın ne kadar yerine getirip getirmediği önemli değil) savaş hukukuna, savaş usulüne, savaş stratejisine, savaş ahlakına riayet ederek hamle yapılmalıdır. Yerel halkın durumu gözetilmeden ne yapılmaya çalışılıyor, hem de bu İslami dayanaklara oturtuluyor. Biz kafir gibi, savaşırken her yolu mubah görüp ekini ve nesli tüketerek, kadın ve çocukları/yerel halkı hedef haline getirerek, onları düşünmeden hareket edemeyiz? Ayrıca sana/bana/ona göre hareket edip ortada kalmamalılar, buna da Erdoğanın/Davutoğlunun tutumu örnek verilebilir; Sürecin başında Kasımpaşa usulü sert çıktı/artistlendi/öyle oldu böyle oldu, muhaliflere haydi yürüyün ben sizin arkanızdayım dedi. Sonrasında somut olarak bariz bir destek vermeyerek muhalifleri ortada bıraktı, Esad zaliminin önünde bırakıp koltuğuna oturdu. Bir laf edeceksen arkasında durmak icap eder, arkasında durmayacaksan susacaksın ki sana göre hareket edip sonra ortada kalmasınlar.

Arap baharı süreçlerinde yükselişe giren selefi akımın gidişatı ayrıca değerlendirilmelidir. Şahsen onları samimi Müslümanlar olarak görüyorum hatta bu düşüncede olan birçok arkadaşım var ama İslami mücadele bu mudur, İslam?ın bizden istediği bu mudur, yada İslami mücadeleye kısa ve uzun vadedeki getiri-götürüleri nelerdir. Bu soruların cevaplarını bulmak lazım, derinlemesine irdelenip değerlendirilmesi gerekmektedir? En önemli husus ve usulsüzlük ise; bu düzlemde bir muhatab olmamasıdır, istişare imkanının olmamasıdır. İslam camiası içerisinden onlarında kabul edeceği bir heyet kurulmalı ve konuşarak/görüşerek/istişare ederek/fikir alış-verişi yaparak/şüpheleri, yanlış anlaşılmaları, soru işaretlerini gidererek/iletişim içerisinde/gerekiyorsa ve mutabakata varılırsa beraber hareket edilecek bir yol izlenmelidir. Bunun içinde öncelikle iletişimde olunması gerekmektedir ama Dünya çapında free takılan selefi akımlarla diğer İslami odakların hiçbir ama hiçbir irtibatı yoktur. (aslında temel sorun bizi Müslüman olarak görmemelerinden kaynaklıdır ama her ne olursa olsun onların ileri süreceği her şartı kabul edip bu iletişim ağı kurulmalıdır yoksa her şey havada kalmaktadır) Afganistan merkezli El-Kaide, Taliban gibi kurumsal yapılanmalarla da sağlıklı bir iletişim kurulamamaktadır. Bu iletişim ağının acilen sağlanması gerekmektedir, çünkü mevzu bahis olan Dünya çapında ilerlemekte veya gerilemekte olan İslami mücadele ve İslam dünyasıdır; bu noktada kişilerin, cemaatlerin, akımların, devletlerin hiçbir önemi yoktur?

Birde; bir insan olarak, bir Müslüman olarak düşmanda olsa, münafıkta/kafirde/fasıkta/mürtedde olsa bir insanı bu kadar rahat öldürebiliyor olmayı açıklamamız, İslam dairesi içerisinde bir yere oturtmamız gerekiyor. Bu kadar rahat/hırsla/vahşice insan öldürecek algıyı doğuran düşünceyi, gerekçeyi, şeyi anlamalıyız, öğrenmeliyiz. Bir Müslüman her ne olursa olsun bu kadar rahat bir insanı öldürememeli, bizi bu noktaya getiren şey ne??

Norveç ile İsveç arasındaki sınır bir çizgiden ibaretken (diğer İslam toplumları arasında olduğu gibi) Türkiye ve Suriye arasındaki sınır hattının konumu niye böyle, niye yıllarca mayınlı alanla donatılmıştı, niye tam mayınlar ayıklanacakken yine cepheleşme oldu? Bu soruların cevabını bulursak büyük resmi aydınlatabiliriz kanısındayım? Büyük resmi bir anda çözemesek bile aydınlatıp görmeden mevcut sorunları da çözmemiz mümkün değildir?

Muhaliflere pür destek veren Müslümanların, temkinlileri anlamaya çalışma ihtimalleri git gide daha da azalmaya başlamıştır. Psikolojik olarak haklılık, mazlumiyet, ezilen tarafı savunuyor olmak, meşruiyeti temsil ediyor olmak gibi bir dizi etkenler, akan kanlar, verile canlar, İnsanın ayrıntıları görme yetisini zayıflatıp algılarına ket vurabiliyor. Salt duygusallıktan kaynaklı sağlıklı düşünme olasılığı daha da azalıyor?

Muhaliflere sorgusuz sualsiz destek diyenler temkinlileri kendi bakış açıları, algı dünyalarıyla tanımlamaktadırlar. Bu kişiler ajan mı, yapılan zulmü destekleyen caniler mi, yada durumdan bir çıkarları mı var, yoksa İnsan veya Müslüman mı değiller? Bir durum var ki o kadar adam konuşuyoruz. Siz hiç bir şeyi kaçırdığınızı, hata yaptığınızı düşündünüz mü, yoksa böyle bir ihtimal yok mu? Bu soruyu herkes kendisine sormalıdır?

Zalim zalimliğini yapıyor, yanlış konumda olan yanlışını yapıyor? Hakkı temsil ettiğini iddia eden kişi kendi dinamikleri ışığında mevzuyu okuyup, değerlendirip, delillendirip, söylem geliştirmelidir? Kişi; zalimin/zalimliği, hatalının/hatası üzerinden kendi mücadelesini şekillendirmemeli, meşrulaştırmamalıdır.

Yapılan zulümlere yangına körükle giden AKP hükümeti başta olmak üzere Batı ve Arap emirliklerindeki siyasi odaklar, ayrıca Türkiye başta olmak üzere İslam dünyasındaki duyarlı Müslümanlar bilinçsiz, bilgisiz, aceleci, düşüncesiz tavırlarıyla doğan kaos ortamı ve girilen çıkmaz sokaktaki izdihamda ezilen canların sorumluluğu altındadır. Ana sorumlu Esad ise, büyük orandaki tali sorumlu da bu odaklardır. Kimse suçu sadece zalime/hırsıza atıp kendini tatmin etmesin?

İran ve Hizbullah?ta gelinen bu aşamada bulunduğu konumu sorgulamalıdır, derin bir öz eleştiri yapmalıdır. Girilen çıkmaz durum ışığında yeni paradigmalarla siyaset değişikliğine gitmelidir? Bu noktada İran, geçmiş antlaşmalar ve devletin pragmatist çıkarlarıyla veya direniş mantığıyla İsrail merkezli güvenlik politikalarına göre hareket etmemelidir. Çünkü süreç çıkmaza girmiştir artık, çıkmaza girmiş bir durumda doğru veya yanlışın da bir önemli kalmamıştır. Artık sadece haksız yere kanı akan mazlumlar düşünülmeli, ona göre hareket edilmelidir. Adaleti ikame etmek için birincil öneme haiz olan konu; ortadaki yangını, kaos ortamını, savaş kriterleri açısından hukuksuz/usulsüz/ahlaksız durumu her ne olursa olsun, her kim kazanacaksa kazansın sonlandırmaktır. İran ve Hizbullah tarafından Esad?a verilen destek acilen kesilmelidir, her ne olacaksa olsun, Esad devrilsin, sonra nasıl bir sistem kurulacaksa kurulsun? Artık kaçınılmaz son budur ve bu ne kadar erken olursa o kadar az zayiat verilir kanısındayım?

Bu meselede temel dayanak Müslümanca hareket etmektir; kişiliklerin, ülkelerin, cemaatlerin bir anlamı yoktur. Biz temkinliler olarak yanlış düşünüyor, değerlendiriyor olabiliriz, bazı hususları görmüyor olabiliriz. Eğer siz tam manasıyla doğru düşündüğünüzü iddia ediyorsanız,  yanlış düşünenleri usulünce uyarmalı, yanlışımızdan çevirmeliydiniz. Siz, uyarmayı boş ver bizi dinlemediniz bile... Eğer Müslümanca hareket edilecek olsaydı; ilk önce Müslüman kardeşini dinlemeli, sonrada yanlış yapıyorsa onu yanlışından çevirmeliydiniz. Temkinlilerin bunu, kendi açılarından ellerinden geldiğince yaptığını düşünüyorum?

Muhaliflerin çıkış noktası, söylemleri, mücadelesi %100 hak ise bile, kendileri açısından yanlış anlaşılmaları önleyecek ve sonrasında bertaraf edecek bir dizi hamleler yapmalıydılar (bu bağlamda kayda değer bir söylem ve girişim olmadı), mücadelelerini temiz tutma yolunda bir şeyler yapmalıydılar? Süreç dahilindeki yönlendirilme ihtimallerini önleyici girişimlerde bulunmalıydılar. Ve en mühimi temsiliyet meselesini netleştirmeleri gerekmekteydiler?

Ayrıca önemle üzerine bastırdığımız ama bu metni aşacağı için ARGE Enstitü Analiz serisinin 4. sayısında bu konuyla alakalı derinlemesine yapılan analizlere yönlendirerek; enformasyon kirliliği üzerine, inşa edilen Toplum mühendisliği üzerine düşünülmesini, mevzunun iktisadi derinliğinin incelenmesini, başlangıç dinamiklerine ve taraflara dair araştırmaların derinleştirilmesini tavsiye ediyorum?

Usul, esastan önce gelir kaidesi her hususta olduğu gibi bu hususta da geçerlidir. Müslümanların riayet etmedikleri için başarı sağlayamadıkları mühim bir kuraldır bu? Her ne olursa olsun önce usule uyulmalı, sonra aşama aşama ne gerekiyorsa yerine getirilir ama usul olmadan hiçbir şeyin bir anlamı yoktur. Zahiren başarı elde ediliyor gözükse/edilse bile o asıl başarı değildir? Yapılan en bariz hata; her şeyi net olarak, keskin çizgilerle algılamaktır. Olaya temkinli yaklaşanların söylemlerinden Esadı destekleyen, zulme göz yuman, muhaliflere düşman olan bir profil çıkmaz. Olayı salt duygusal değerlendiren Müslümanların bu kesime atfen söylemlerinin %90?ı yanlış ve haksızdır. Temkinliler muhaliflere destek verilmesine karşı değiller yada muhaliflerin karşısında durmuyorlar, sadece desteğin boyutları, ölçüleri, nereye/kime gittiği ve genel gidişatın nereye doğru evrildiğini, nasıllığını, neliğini sorgulamakta ve çekincelerini iletmektedirler.

Bazı durumlarda, bazı ölçülerde bazı kesimler tarafından düşündürülüyoruz? Biz yönlendiren değil yönlendirileniz, yöneten değil yönetileniz, düşünen değil düşündürüleniz? Her şeye en baştan başlamalıyız, sanırım bu gerçekleri kabul etmekle başlayabiliriz?

Suriyeli İslam mütefekkiri Cevdet Said?in Hilal TV'deki programını (hümanist söylemlere takılmadan) anlamak üzerine dinlemenizi tavsiye ediyorum: Bu röportajda; Suriye?de hangi taraftansınız sorusuna "Ben Kuran?ın tarafındayım" diyerek cevap verip devam ettiği konuşmasında önemli noktalara, algı dünyamıza, bilinç çarpıklıklarına dikkat çekmiştir. Rüşt ve Gay kavramları üzerine verdiği örnek ise çok manidardır ??Rüşt ve Gay birbirinden ayrılmıştır? ayetinde rüşt aklı, gay ise şiddeti temsil eder? söyleminden çıkartılacak nokta; düşünmeden, irdelemeden, değerlendirmeden, strateji geliştirmeden, kısa ve uzun vadeli hesap yapmadan, sonuçlarını öngörmeden yani akletmeden sadece refleksif hareket ederek şiddet içerikli kaba kuvvet kullanarak yapılan bir hamle/hareket/eylemin hatalı ve İslami bir fiiliyat olmadığını vurgulamaktadır. Kimse ölümden korkmuyor, savaşmaktan/bedel ödemekten çekinmiyor ama denilen şey, yapılacak hamlede aklınızı da kullanın, Müslüman bir birey bunu yapmalıdır. İslam dünyasında tahayyül bile edilemeyecek bir kuvvet potansiyeli vardır. Şehadet algısıyla bezenmiş bu gücü, sayı üstünlüğünü, fizik gücünü, dayanışma ruhunu v.b. daha birçok artı noktayı birleştirip doğru kanalize ederek yönlendirmeliyiz. Ama her bir mücahid kendi kazanacağı cennetin peşinden kontrolsüzce gidip toplumsal yansımalarını göz ardı ettiği için mevcut imkan ve gücü verimli kullanamamaktayız. Kontrolsüz güç, güç değildir sözü ışığında değerlendirilecek bu husus; mücadele yöntemi açısından çoğunlukla hukuksuz, usulsüz, ahlaksız hareket eden akımlar için sarf edilebilir sanırım?

Suriye?de olanlara dair muhtemel sonuçların öngörülmesi, düşünülmesi gerekir derken, (tam olarak örneklik teşkil etmese de) daha sağlıklı anlamlandırabilmek için şu örnek verilebilir. Çanakkale?de savaşanlarda canlarını verip şehid oldular, sonrasında insanlar cumhuriyetin kuruluş evresinde ?batı işgaline karşı mücadele veriliyor? denilerek toplanıp yönlendirildi ama sonrasında laik, ulusal, kemalist bir sistem geleceğini bilmiyorlardı. Tabiî ki ne olacağı belli olmaz, biz salt bu mantıkla düşünüp hiçbir şey yapmayalım demiyoruz. Dediğimiz tek şey; bütün olasılıkları masaya yatırıp akletmemiz gerektiğidir?

Aile içerisinde yaşadığım bir olayı da bu minvalde örneklendirmek istiyorum, meseleyi biraz daha açacağı kanısındayım; bir bayan akrabam ve eşi arasında yaşanan bir olayda, eniştemiz dengesiz/psikolojik sorunları olan/usulsüz/izansız/ zeka ve zihin sorunları olan/düşüncesiz bir adam, (bayan tarafında da bir dizi sorunlar var tabi..:)) bizim meselemiz arada kalan 4 çocuktur. Çocuklar 6 yıldır sıkıntılar içerisinde debelenmektedirler; karı koca ayrılmış, iletişimsizlik ve usulsüzlüklerden kaynaklı birçok sorun peyda olmuştur. Geçenlerde ben ve bazı aile büyükleri aracı olarak adamla görüştük ve görüşme esnasında beş para etmez bir adama adam muamelesi yaptık, dinledik, belli ölçülerde haklısın haklısın diye çevirdik, alttan aldık, ona akıllı muamelesi yapıp kendimizi aptal konumuna düşürdük.  Görüşme sonrasında aramızdakilerden biri ?yaa bu şerefsizi niye dinliyoruz, bir kenara çekip ağzını yüzünü dağıtalım? dedi. Kendi açımızdan düşünürsek dediği doğruydu, kendimizi salak yerine koymadan, onu dövüp, egomuzu tatmin edip görüşmeyi sonuçlandırabilirdik. Sonrasında ne olurdu, mesele makul bir şekilde nihayete ermemiş ve hedeflenen çocukların istikbali olumsuz etkilenmiş olurdu. Biz oraya ne adam için ne kadın için ne de kendimiz için gitmiştik, çocukların selameti için gitmiştik. Ve ikinci görüşmede aramızdan biri dayanamayıp patladı ve süreç olumsuz sonuçlanarak çıkmaz bir duruma girdi. Kaybeden de ne adam ne kadın ne biz olduk, çocuklar oldu? Bırakın salak biz olalım, haksız biz olalım, numara yapalım, sağdan soldan dolaşalım ama yeter ki çocuklar lehine makul bir sonuç alalım. Bu tabloda çocukları düşünen yok, herkes kendi düşüncesi/ihtirasları/hırsları/doğruları uğrunda hareket ediyor? (örneği aşağıdaki eşleştirmeler ışığında tekrar okuyup değerlendirmenizi rica ediyorum; adam/esad, kadın/muhalifler, çocuklar/halk ve aracılar ise/bizleriz, fevri hareket edip işi bozan kişide bizim duygusal Müslümanlar)

Burada bir özeleştiri yapmak istiyorum; temkinliler olması gereken ideal doğruyu dillendiriyorlar ama bunların büyük ölçüde uygulaması artık yoktur. İlk evrelerde temkinlilerin söylemlerine kulak verilip bir strateji geliştirilse bir ihtimal, makul bir çözüm veya mücadele tarzı şekillenebilirdi ama gelinen bu aşamada temkinlilerin ileri sürdüğü şeylerin bir uygulaması kalmadı, öngörülen fikriyatın pratikte yansıması söylendiği gibi olmuyor, biraz gerçekçi olmak lazım... Aslında gelinen bu kaos ortamında ne söylenecek söz kaldı, ne yapılacak bir şey. Allaha dua edip sürecin en az acıyla sonuçlanmasını beklemeliyiz. Rabbim ilk önce mazlumları, sonra Müslümanları selamete çıkarsın?

Suriye meselesinin en acı sonuçlarını 8-10 yıl sonrasında çok daha net olarak göreceğiz. Şimdilerde gözlemleyemediğimiz o acı sonuç, Dünya çapında İslamcılığın bittiği/bitirildiği gerçeğidir? Yine Türkiye başta olmakla birlikte İslam dünyasının ikiye/üçe/dörde bölündüğünü görmekteyiz. Emperyalist odakların bizi fiziken böl yönet uygulamalarını normalleştirmiştik ama zihinsel düzlemde uygulanan bu yöntem, onlara tahayyül bile edemeyecekleri bir artı puan kazandıracaktır. Bunu da planlayarak yapmıyorlar, kendi zaaflarımızdan/düşüncesizliklerimizden/ ihtiraslarımızdan kaynaklı kendi kendimize yapıyoruz. Daha da acı olan ise; bu kutuplaşma zamanla daha da derinleşip kötürümleşecektir? Ayrıca, Arap baharı dahilinde sürüklendiğimiz algı çarpıklığının en mühimi de artık İslami referanslarla talepte bulunamayacağız gerçeğidir. Liberal, kapital, demokrat süreçleri içselleştirip referanslarımızdan vazgeçip kendi kendimizi erimeye mahkum ediyoruz. İslami referanslarla değil de demokratik referanslarla düşünüp, değerlendirip, talepte bulunup, mücadele tarzı benimseyen nesiller yetişecektir. Kabul etmemiz gereken gerçeklerden biride; Dünya çapında tevhidi bilince sahip Müslümanların İslami referanslarla değer üretemedikleridir. Ki böyle olsaydı Arap baharındaki gelişmelerin dinamikleri liberal değil de İslami temelli olurdu... Son 20 yıldır İslam?ın yükselişte olduğu, artı değer ürettiği, gelişim içinde olduğu, alternatif ürettikleri fikir ve söylemlerinin gerçeği yansıtmadığını, kendimizi kandırdığımızı gördük (bunu görmemiz belki de daha hayırlıdır), sonuç olarak İslamcılar Suriye sınavından kalmışlardır? Birde, meşru askeri yöntemler kullanan Hamas ve Hizbullah gibi örgütlerde ehlileştirilip, demokratikleştirildikten ve İsrail?e tehdit olmaktan çıktıktan sonra her şey çok daha güzel olacak? Ben onu bunu bilmem, ?Suriye? İslamcılığın bittiği noktadır?

Diyeceksiniz ki. "siz temkinlilerin mevcut şartlar dahilinde bir çözüm önerisi var mı...? Tamam eleştirmek kolay, olması gereken doğruyu söylemekte kolay, önemli olan uygulaması olan şeyi söylemektir... Bariz bir çözüm önerimiz yok ama en azından şimdiye kadar uygulanan yöntemin doğru olmadığını biliyor, söylüyoruz ve sonuçta ortadadır. Tabi bu karamsar tabloda makul bir yolun bulunamayacağı anlamına gelmiyor, ?akli selimi? devreye sokanlar bu yolu bulacaktır elbet? Şu aşamada, doğan bu kaos ortamındaki karışıklıkta her iki tarafta ne hukuk, ne usul, ne ahlak kaidelerini işletmektedir. İş çığırından, şirazesinden çıkmış ve bilinmeze doğru hızla yol almaktadır. Usulün, hukukun, ahlakın olmadığı yeri terk edip uzaklaşmak gerekmektedir diye düşünüyorum. Süreci biran önce olumlu yada olumsuz sonuçlandırmak gerekmektedir. Yani ne olacaksa olsun artık, teknik ve askeri olarak en kestirme yol Esad?a uygulanacak bir suikast sonucu öldürülmesidir. Esad öldürülsün çünkü Esad öyle yada böyle gidecek, sonraki evreyi de her halükarda yaşayacağız ve geri dönüşü olmayan yol için düşünmeye, beklemeye gerek yoktur. Bir an önce kat edilmelidir, böylelikle daha az olumsuz etkiyle nihayete erdirilebilinir... Artık Suriye diye bir ülke kalmamıştır, her açıdan kendi kendini tüketmiştir? Bu saatten sonra Suriye?de ideal bir sistem kurulsa da anlamı kalmamıştır? Ki şöyle de bir durum var; olaya içeriden veya dışarıdan müdahil olanların büyük bir kısmı Baas rejimi düştüğü anda her şeyin güllük gülistanlık olacağını zannediyor, bilmiyorlar ki her şey o vakit başlayacak. Şuana kadar 100 bine yakın insan vefat ettiyse, sonrasında (kimin yaptığı, kimden kaynaklandığı ayrı tartışma konusudur) 1 milyon insan ölebilir ve bu kuvvetle muhtemeldir. Bu olasılığı, mezhep karşıtlığından kaynaklı çatışmalar ve Esad sonrası iktidar mücadelesi oluşturacaktır...

Genel olarak Arap baharı, toplumsal bir ihtiyaca binaen kendiliğinden gelişmiştir. Bu süreç, ?Hayat boşluk kabul etmez? kaidesi ışığında değerlendirilmelidir. Değişimin zarureti altında doğan ihtiyaçlara, Doğu veya İslam medeniyetinin cevap verememesi üzerine çağımızın en kuvvetli yapısı olan liberal siyasal ve ekonomik rüzgarın etkisi altında kalınmıştır ve buna mecburduk da? Bir yapı; maddi veya manevi bir şey üretemezse, piyasada olan ve piyasaya hakim/etkin/baskın yapıdan beslenmek/etkilenmek/faydalanmak zorundadır. Arap baharı adı altındaki değişim bu düzlemde okunmalıdır. Bölgedeki yerel odaklar siyasal ve ekonomik sorunlara cevap verememiş, küresel gelişmelere binaen doğan boşlukları dolduramamış, değer üretememiş, diktatörlük yapısına karşın değişim ihtiyacını gidermede başarısız olmuştur. Bu boşluğu ve ihtiyacı ise liberal algı doldurmuştur, Batılı odaklar da bunu öngörerek/bilerek/planlayarak yapmamıştır, süreç bunu doğurmuştur? Bütün bu olası gerçeklikler ışığında, bir (1) dakika durup, arkamıza yaslanıp, gözlerimizi kapatıp, kendi doğrularımız ve ihtiraslarımızlar sıyrılıp, salim kafayla düşünmeliyiz?

Yusuf ŞANLI

 

 

LAST_UPDATED2

You are here Home