ARAP BAHARI NE DEMEĞE GELDİ
Türkiye, 2012?ye ekonomik, siyasi ve sosyal felsefesini ?edinmiş? bir ülke olarak girdi. Bu edinimin, dünya sisteminin kazanımı adına yürütüldüğünü söylemek malumu ilâm kabilinden olur. Dünya?da da sistem, birkaç yüzyıldır, Westphalia?dan Uluslar Birliğine, oradan da BM, NATO, AB ve ailesine doğru giderek daha yapılanmış ve düzenlenmiş bir yapı edindi. Nihayetinde sistem, Müslümanlardan oturanların yürüyenlerden, yürüyenlerin koşuşturanlardan hayırlı olacağı bir hal aldı. Türkiye?nin uluslararası arenada hareket sahibi kılınması (koşuşturulması) da ancak Müslümanların ?modern susuzluğunu? gidermek adına kurulmuş sistemin tastamam edilmesiyle irtibatlı olarak ele alınabilir. Zira çöllere bahar geliyor diyenler, sulama işinde de Türkiye?yi dolap beygiri yapanlardır.
Arap Baharı?nın ?ne demeğe geldiği? hususunu anlamamız, ahretimizden ayrı bir kefeye konamaz haldedir. Mesele Türkiye?de işlerin ne kerteye geldiğini bildiğimiz oranda sarahat bulur. Her Müslüman, ?Türkiye?nin siyasi, ekonomik ve toplumsal serüveni ne zaman hal yoluna girdi ki bugün muasır Müslümanlar için değnekçiliğe soyundu?? diye akletmek zaruretindedir.
?Sistemi değiştirmemiş olsa idik, dünya ticaret nizamı içinde ister istemez tecrit edilmiş bulunacaktık.? Recep Peker ? 1946
Birinci cihan harbinin galipleri lehlerine kuracakları dünya düzeninde Sevr?i bitiren ve ?işleri bozan? olarak karşılarında sadece istiklal harbimizin muvaffakiyetini buldular. Milletin istiklaline karşı duramayanlar, işlerin lehlerine seyretmesi için istiklali ?toprağa? hasredip ruhunu öldürme yolunu tuttular. Bu süreci, ikinci dünya harbine kadar kendilerini geriye çekerek ülke içinde ekonomik, siyasi ve içtimaî her imkânı ?işlek eller? kullanmak suretiyle yönettiler. Cebrî yolları kullanmaktan geri durmayanlar ülkedeki halin iç mesele olduğunu söylemekle, tahakkümün neye tekabül ettiğini de afişe etmemiş oldular. Mesele iç meselemiz değildi. Mesele, Türkiye olmanın manasını ?hiç?e hasredenlerin ve bu topraklarda Müslüman olmanın üstün olmaya denk düşmesinden rahatsızlık duyanların, istiklal harbi verdiğimiz gücün tam da kendisinin olmasıydı. Müslüman coğrafyasının geri kalan ülkeleri ise Wilsonist-Leninist sistemin dikteleri ile yönetildi.
İkinci cihan harbi tüm dünyaya sermaye biriktiricilerin yeni dünya düzenini kurmak adına ABD?yi metropol yaptığını gösterdi. Kapitalizmin çarkları, devletlerin ?bağımsızlığının? rekabeti kızıştırıcı fakat sermayeyi engellemeyici bir düzeni bina etmesi adına dönüyordu. İşlerin yürümesi için liberalizm, demokrasi ve insan hakları at başı götürülüyordu. Sistem Türkiye?de de böyle yürütüldü.
Türkiye 7 Eylül 1946?da devalüasyon ilan etmekle, yeni dünya sisteminde işini kurallara uygun göreceğini ibraz etmiş oldu. Ülke ekonomisine, ikinci dünya savaşında mihver devletleri mağlup edenler lehine yön veren Recep Peker, yukarıdaki cümleyle niyetini birilerine duyurmaktaydı. Süreç, Kasım 1946?da IMF?e son iştirak hissesinin ödenmesiyle devam etti ve ekonomimiz bugüne gelene kadar sürekli Türkiye?nin kendi iktisadiyatına yabancılaşması üzerine bina edildi. Sistem bu ekonomik tasallutunu 2005?teki 19. IMF anlaşmasıyla nihayete erdirdi. Şu anda da Türkiye, IMF?siz istikrar programı yürütürken, halkı Müslüman ülkelerin de kendi geldiği noktaya gelebilmesi(!) niyetiyle sistemin ulaklığını yapmaktadır.
Sistemin Türkiye?ye liberal düzende oynayacağı rolü biçmesiyle Türkiye?de demokrasi serüveninin aldığı rol birbirinden ayrı ele alınamaz. Sistem, demokrasinin zabt-ü rapt altına alamadığı ?sistem karşıtı? (özelci korumacı) her öğeyi devre dışı bırakma adına liberalizmi devreye sokmanın önemini biliyordu. O nedenle demokrasi, siyasi hayatımızda, Türkiye?nin liberal sistem içinde kazandığı işlevsellikle aynı oranda yer tuttu. Türkiye?de şimdiye kadar siyasi iktidara erişim, sermayenin terakümünün ve temerküzünün sekteye uğratılmayacağı garantisiyle sağlanabildi. 27 Mayıs 1960 darbesi, ekonomiden sonra Türkiye?de siyasetin de, dünya sisteminin icbar ettiği istikametin dışında yer tutamayacağını halka beyan etti. Milletin bu beyana ilgisizliği, Türkiye?yi senelerce duvarlara çarparak yol alan bir ülke haline getirdi. Fakat ne sistemin tahakkümünden kurtulabilindi ne de millet, kendisini iktidara taşıyacak bir organizasyona dâhil olabildi.
Milletin, ülkenin geleceği adına belirleyici ve yönlendirici rolünü yitirmesi, soğuk savaştan kâr eden ?kardeş aileler?e yetmedi. Onlar milletin çarka çomak sokmayacağından emin olabilmek için, milleti, çarkın işlemesinde bizzat görevli kılan bir role yönlendirdiler. Özal?la ilk başarısını yakalayan süreç, bunun yapılabilineceği en kullanışlı elin İslamcılık olduğunu açık etti. 1980 darbesi, 24 Ocak kararlarıyla alınan yolun aslında ?milletin iktidarının?(ANAP) tuttuğu yol gibi algılanması adına icraata sokulmuş bir plandır ve aynı süreç 3 Kasım 2002?den sonra da işlevsel olup, tamam edildi. Türkiye?nin yekpare, sisteme ilhakının ?sistemden olma? haline vardırılması, bu kara düzenin ak bir vücut bulmasıyla muvaffakiyete erdi. Sistem, zehrine şırınga olma cesametini Müslümanların bel bağladığı partilere sağlamakla, maharetini de göstermiş oldu. Türkiye?de bugün demokrasinin ?iyi? bir hale gelmesinin, liberal ekonomiyi özü edinmeme ihtimali kalmamış olmasıyla irtibatı daha net görülmektedir.
Sistem, milletin bundan böyle özgürce bir hareketinden korkmamaktadır. Çünkü millet olmamız adına söyleyecek her sözümüzün muhtevasının ?evrensel ilkeler? adına değer kazanması, bizim ?öz? olarak neleri kaybettiğimizi ve yerine neleri sokuşturduğumuzu ayan beyan göstermektedir.
Türkiye?nin geldiği bu nokta, Arap Bahar?ının vurduğu yerlerde kaybedilenleri de kaybedilecekleri de gösteriyor.
Muhammed Emirhan ONHAN / Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir